27 Mart 2010 Cumartesi

Ben Nerde Yanlış Yaptım-1 (Mateja Kezman)






Avrupa'nın en güzel şehirlerinden birinde dünyaya gelen Mateja, çok genç yaşta zirveye çıkmanın bedelini ağır ibr şekilde ödeyenlerden oldu. Onu PSV formasıyla Manchester United'a gol atarken de izledik, Fenerbahçe formasıyla yuhalanırken de.

Yeteneklerinden kimsenin şüphesi yoktu. 15 yaşında başladığı futbol yaşantısında 2 yıl içerisinde zirveye çıktı. 1998 yılında Partizan'a transfer olan Kezman için Avrupa'nın üst düzey liglerinde oynama fırsatı doğuyordu.Ülkenin en gözde oyuncuları arasında olan Genç Kezman, takımdaki ikinci sezonunda 41 maçta 35 gol atmayı başarıyordu. Bu performansıyla milli takıma kadar yükselen genç yıldız için Hollanda'dan sürpriz bir alıcı çıkmıştı. 20 yaşıdanki bu gence 8 milyon avro ödemeyi göze alan PSV Eindhoven, ilerleyen sezonlarda bu paranın karşılığını fazlasıyla alacaktı. Burada geçirdiği dört sezon boyunca tam 105 gol atan Kezman, "Batman" olarak anılmaya başlanıyor, Robin'i olan Arjen Robben ile Premier Lig'in yolunu tutuyordu. Chelsea'nin Rus sermayesiyle oluşturmaya çalıştığı Avrupa Karması'nda forma şansı bulmasına rağmen gol atmakta zorlanan Batman'in fiyat/performans oranı burada düşmeye başlıyordu. Sabırsızlığı ve Mourinho'nun tercihleri nedeniyle Premier Lig'i terk etmeyi kafasına koyuyordu. La Liga'nın "tutunamayan" takımı Atletico Madrid'te tutunmaya çalışan Kezman, bu sefer de sakatlıkların kurbanı oldu. Fenerbahçe'nin 100. Yıl'da yaptığı son dakika transferlerinin en cafcaflısı olarak Türkiye'ye gelen Kezman, Konyaspor ve Sivasspor'a attığı gollerle kalitesini belli ediyordu.

Kezman'ın Sivasspor'a attığı muhteşem gol

Oynadığı oyuna ve ortaya koyduğu mücadeleye rağmen Kezman, medyanın ve taraftarların tepkisinden kaçamıyordu. Galatasaray'a çok kritik bir gol atması, Runje'ye yaptığı aşırtmayla şampiyonluğu getirmesi, Sevilla maçında yaptığı kafa vuruşuyla harika bir düşü başlatması, ligin flaş ekibi Sivasspor'a eksi bilmem kaç derecede iki gol birden atması... Tüm bunlara rağmen Kezman, gerizekalıların hedefi haline geldi. 69 maçta 30 gol attı ancak herkes ondan 33 maçta 35 gol attığı performansı beklediği için "Are you player?" nidalarının hedefi oldu. 2007-2008 sezonunda yaptığı onca faydalı işe rağmen takımdan gönderildi. Şampiyonluğun gittiği maçta son dakikada geri pas atan Maldonado ise bir yıl daha takımda kaldı! Türkiye'de uğradığı haksızlıklar Kezman'ın bir futbolcu olarak toparlanmasını engelledi. Yaşadıklarının etkisinden bir türlü kurtulamayan Mateja, şimdilerde Paris Saint Germain'de futbol oynamaya çalışıyor ve kendisine soruyor: Ben nerde yanlış yaptım?

Kemik ve F üzerine




Hayatım boyunca okuduğum en güzel iki dergiydi F ve Kemik. Bilmiyorum belki de hayatımın en güzel yıllarında okuduğum için böyle düşünüyorum. Bildiğim tek şey o iki dergiyi okurken aldığım keyfi ne bir Fenerbahçe galibiyetine, ne bir şişe Heineken'e, ne güzel bir kız arkadaşa, ne de herhangi bir Stone Roses şarkısına değişmeyeceğim.

11 Aralık 2009 Cuma

FILHOS dé NORTE (kuzeyin çocukları)




Liga Sagres zirvesinde yer alan SC Braga'nın başarısı tesadüf mü? Yoksa planlanmış bir başarı mı? İşte tüm bu hikaye 19 Nisan 2003'te SC Braga'nın Jesualdo Ferreira ile anlaşmasıyla başladı. Herkes bunun alelade bir anlaşma olduğunu düşünüyordu. Zira daha önce ne Jesualdo Ferreira büyük bir başarıya imza atmış, ne de Braga Portekiz futbolunu sallamayı başarmıştı. Takımın 1966'da kazandığı Portekiz Kupası'ndan başka övünecek bir şeyi yoktu.

Jesualdo Ferreira ise, ufak çaplı takımlarda ufak çaplı başarılar yaşamış; kısa bir süre Fas'ın FAR Rabat takımını çalıştırmış, Portekiz U-21 takımı dışında hiç bir yerde dikkatleri üzerine çekmeyi başaramamıştı. ''Portekiz futbolunun Hüsamettin Cindoruk'u'' sıfatını en çok hakeden isimdi. Bu umursanmayan takımda başarılı olabileceği, Portekiz'in ''Os Três Grandes''ini (Harika Üçlü) kırmaya çalışacağı kimsenin aklına dahi gelmiyordu.

Takımı erken devralan teknik adam, her şeyi kendi planına göre ayarlayacak vakti vardı. Üzerinde büyük bir baskı yoktu. Sadece iyi futbol beklentisiyle hareket eden bir yönetim ve taraftar kitlesi vardı.Bu koşular altında geçirdikleri hazırlık döneminin ardından, sezona 2-0lık Porto mağlubiyetiyle başlasalar da bu onları çok üzmedi. Zira oynadıkları takım geçen sezonun UEFA Kupası Şampiyonu'ydu. İlerleyen 4 haftada takımın yenilmemesi doğru yolda olduklarının göstergesiydi. 2003-2004 sezonu Braga için bir milat olmuştu. Takım ve şehir bir şeyleri başrabileceklerinin farkına varmıştı. Oynanan güzel futbol, eşit bütçeli rakiplere karşı kurulan büyük üstünlük, oyuncuların birbirleriyle olan arkadaşlığı... Bunların mimarı ise Ferreira idi. O yaza ülke çapında damga vurmayı başaramadıkları bir gerçekti ancak Minho Bölgesi'nde yarattıkları etki muazzamdı.

2004-2005 sezonu Braga için bu heyecanlarla başlarken, profesör Ferreira oyuncularını nasıl daha efektif kullanabileceğini düşünüyordu. Artık beklentiler yükselmiş, taraftarların iyimser havası açlığa dönüşmüştü. Bu tarz endişelerle çıktıları Academica deplasmanından 1 puanla ayrılarak sezonu kabul edilebilir bir şekilde açıyorladı. Özellikle, oynanan güzel futbol ve oyuncuların disiplinli oyun anlayışı taraftarlarda sevinç yaratırken; Jesualdo Ferreira'nın oyuncularına olan inancını da arttırıyordu. Wender ve Joao Tomas gibi oyuncular takıma hücumda önemli katkılar yaparken; savunmacıların üst düzey performansı da gözlerden kaçmıyordu. Sezonun 2. maçında Porto ile oynayacaklardı. Bu büyük bir takım olma yolunda önemli bir adımdı. Zira geçen sezon büyük takımlar karşısında acemice zorlanmış, istedikleri oyunu ortaya koyamamışlardı. Ancak bu maçta, Porto'dan çok erken gol yemelerine rağmen savaşmayı sürdürmüşler Wender'in penaltıdan attığı gol ile beraberliği sağlamışlardı. Pek çok otorite bu sonucu Porto'nun yıldız oyuncularını kaybetmesine bağlasa da; Ferreira ve oyuncuları bunun çalışmanın ürünü olduğunu bilmekteydi. Nitekim bu sonucun tesadüf olmadığını 3. hafta oynanan Minho Derbisi'nde göstermeyi başardılar. Vitoria Guimaraes, karşısında ortaya konan baskılı ve göze hoş gelen oyun 1-0'lık sonucun küçümsenmesine dahi yol açıyordu! Artık Braga, três grandes dışındaki takımları kolayca yenebilecek seviyede olduğunu otoritelere kanıtlamıştı. Sezona çok garip bir fikstür ile başladıkları belliydi. Çünkü 4. haftada Benfica deplasmanına gidiyorlardı! Pek çok takımın alacağı bir mağlubiyetle demoralize olabileceği bu zorlu fikstürü lehlerine kullanmayı başaracaklardı. Benfica deplasmanında oynanan kontorollü oyun herkesi şaşırtırken, bu sonuçla istediğini almayı bilen bir takım kimliğini kazandıklarını da gösteriyorlardı. Başlamadan biten güzel bir futbol masalı olmamak için bu oyun tarzına başarıyla uyum sağlamışlardı. Ancak lige gösterdikleri ihtimamı UEFA Kupası'na gösteremedikleri için İskoçya'nın Hearts takımına, 3-1 ve 2-2'lik skorlarla elenmekten kurtulamadılar. Takım ufak bir moral bozukluğu yaşamasına rağmen bu olayın üzerinde fazla durmadı ve Nacional de Madeira'yı kendi sahalarında, Gil Vicente'yi deplasmanda mağlup ederek yollarına devam etti. Sezon boyunca muhteşem bir hava yaklayan ve şehir ile olan duygusal alışverişi üst düzeye çıkaran Braga'da Jesualdo Ferreira'nın takımdan ayrılacağı ve Porto'ya gideceği söylentileri ortaya atıldı. Ancak Ferreira bunlara kesin bir dille yanıt verdi. ''Bu tarz söylemler hem bana, hem Braga'ya, hem de Porto'ya zarar veriyor. İnsanlardan susmalarını ve aptallığı bırakmalarını istiyorum''.

Bunlar ile kaybedecek vakti olmayan, her hafta kanıtlanması gereken yeni bir şeyler önüne sürülen Ferreira, takımını bunlardan korumayı her zaman başarmıştı. Takımın iç sahada aldığı mağlubiyetlere rağmen oyuncularıyla gurur duyduğunu dile getirmekten çekinmemişti. Sezon sonunda 4. olduklarında, ''Gelecek sezon 3. olmak zorundayız. Çünkü bizim hırstan ve yüreğimizden başka bir şeye ihtiyaç duymadığımız bu sezon herkes tarafından anlaşılmıştır.'' 2004-2005 sezonu sonunda, Şampiyolar Ligi'ne yalnızca 3 puan uzakta kalmaları canlarını yakmıştı. Fakat şehrin ve Ferreira'nın yetenekleri etrafında bir kez daha düzgün bir şekilde yapılanan takım 2005-2006 sezonu için bambaşka umutlar taşıyordu. Bu küçük takımın gerçek değerini bulacağı sezonun bu olacağına dair inanç tamdı. Nitekim 1-0lık bir deplasman galibiyetiyle sezonu açtılar. Ardından iç sahada gelen Penafiel galibiyeti ve Minho derbisi. Hepsi Braga için zaferle sonuçlanmış, oyunculara olan güven artmıştı. UEFA Kupası ilk turunda ise Kızılyıldız'a yenilmeden elenmeleri, herkesin kafasında soru işareti yaratmıştı. Acaba Braga sıradan bir takım mıydı? Takımın üstüne kötü zamanlarında gitmeyi alışkanlık haline getiren basın bir kez daha sahneye çıktı ve hem Ferreira'yı, hem de oyuncuları korkaklıkla suçladılar. Takım üzerinde yaratılan bu suni baskı, 2 hafta boyunca gol dahi atamamalarına sebebiyet verirken; camiayı da derinden etkiledi. Bu krizi aşmalarını sağlayan ise bir kez daha Jesualdo Ferreira oluyor, takım 4 hafta üst üste galip geliyordu. Bu güzel havayı Nacional mağlubiyeti ciddi anlamda bozdu. Takımın karşısında artık beklenmediği kadar ağır savunma yapan ekipler vardı. Bu onların aşama kaydettiğini kanıtlasada, pratikte onlara çok puan kaybettirdi. Benfica ve Sporting CP gibi doğrudan rakipleri karşısında, iyi futbol ve 3 puan almayı başaran takım; sezon sonunda bu maçlarda kaybettiği puanların arkasında çok ağlayacaktı. 58 puanla Benfica'nın 9 puan ardında 4. bitirilen sezon, herkesin sinirini bozacaktı. O sırada Porto'nun gelen şampiyonluğa rağmen Co Adriaanse ile yollarını ayırması gündeme düştü. Sezon biter bitmez apar topar Hollandalı hocayı gönderen yönetimin aklındaki isim Jesualdo Ferreira'ydı! Bragalılar onun işini yarım bırakmadan gitmeyeceğini umuyorlardı. Ferreira ise yıllar önce ona yapılanları ödetmek için bu teklifi kabul etti. Öğretmenliğini yaptığı Mourinho'nun, Benfica'da onun yardımcılığını kabul etmemesi ve Porto ile yaşadığı başarıdan sonra sarfettiği cümleler Senhor Ferreira'nın (bay Ferreira) ruhunu intikamla doldurmuştu. Ayrıca Portekiz futbolunun gösterişli sahnesinde kendine büyük bir yer açmak niyetinde olan ''Portekiz futbolunun Hüsamettin Cindoruk'u'' bu teklifi ivedilikle kabul etti. Artık Braga kenti yalnız, yol göstericisinden uzak ve umutsuzluğun hüküm sürdüğü bir yerdi. Sezonu bitirme görevi Rogério Gonçalves'e verildi. 2006-2007 başlarken, Carlos Carvalhal ile anlaşıldı. Takım sezona alışılageldiği gibi seri galibiyetlerle başlasada, oynanan oyun insanların kafasında soru işareti bırakıyordu. Silik, renksiz, tutkudan uzak... Hal böyle olunca oyunculardaki moral bozukluğu tribiünlere yansıdı ve Carvalhal ile yolar ayrıldı. Takımın başına iyi bir hava yaklaması ve oyuncularla olan ilişkileri sağlamlaştırmak adına Jorge Costa getirildi. Jorge Costa futbolu çok kısa bir süre önce bırakmıştı. Menajerlik yöntemleri ve yetenekleri açısından zengin olsa da, basının etkisinde fazla kalması onun için büyük bir eksi oldu. Takımı UEFA Kupası gruplarından çıkarmayı başarmış olmasına rağmen, ligde aldığı kötü sonuçlar ve gereksiz demeçleri sonunu hazırladı. Kısa süreli bir stajın ardından sezon sonunda Braga ile yollarını ayırdı ve takım üst üste üçüncü kez puan sıralamasında 4.ydü.

Bir türlü bekleneni veremeyen takımın artık kendini toparlayamayacağı düşünülüyordu. Kentin eski havası kalmamış, herkesin hevesi geçmişti. Braga 2007-2008 sezonuna Manuel Machado ile başlarken, beklentileri UEFA Kupası'na katılım yönündeydi. Machado'ya tanınan süre ve gösterilen sabır hiçte gerçekçi değildi. Takım lige 7. sırada devam ederken Machado kovuldu ve son iki maça U-19 antrenörü Antonio Caldas yönetiminde çıkıldı. 2008-2009 sezonunun takımın eski günlerine dönmesi için önemli bir fırsat olacağından kimsenin haberi yoktu. Jorge Jesus yönetiminde Intertoto Kupası'ndan UEFA Kupası'na katılma hakkı kazanan ekip, AC Milan ve Portsmouth karşısında gösterdiği performansla herkesi şaşırtıyordu. Takım ligi 5. bitirmiş olsada, herkes eski havayı yakalamayı başarmıştı. Oyuncuların, yönetimin, taraftarların ve basının güveni artmış her şeyin düzelmesi an meselesi haline gelmişti. Ancak Jorge Jesus'un takımı Benfica için terketmesi herkeste şok etkisi yaratmış; Jesualdo Ferreira sonrası dönemde yaşanan sıkıntılar tekrar akla gelmişti. Academica ile göze çarpan Domingos Pacienca'nın bu süreci atlatmada yardımcı olabileceği öngörülmüştü.

Futbolculuğunda pek çok ödüle layık görülen bu adam, takımı kazanma alışkanlığı olan bir futbol fabrikasına dönüştürmeyi başardı. Alan, Hugo Viana ve Matheus gibi oyuncuların sırtladığı takım, oynadığı oyunla da herkesin takdirini kazanmakta. Benfica ve Porto karşısında gol yemeden alınan galibiyetler (2-0 ve 1-0 ) bunun en büyük göstergesi. Kayaların arasındaki Estadio AXA’yı dolduran taraftarların güzel futbol ve hırstan başka görmek istedikleri bir şey yok. Domingos’un Porto’ya gideceği söylentileri ise hem başkan Antonio Salvadar, hem de Domingos tarafından yalanlandı. Os Três Grandes’in saltanatını yıkmak ise sezon sonunda herkesin görmek istediği bir rüya. Şampiyonlar Ligi marşını Braga’da dinleyebilmek ise bu rüyanın en güzel parçası olmalı.

10 Aralık 2009 Perşembe

O Golü Ben Attım-2 (Mario Basler)



Dünya'nın en güzel finali olarak tanımladığınız maçta görmezden gelinen adamı merak ettiniz mi hiç? O benim işte! Attığım muhteşem frikik golüne rağmen hala Norveçli bir beleşçinin kaderinin oyunlarına kandınız. Oysa Clive Tyldesley bile haykırdı ''This is the first blood for Bayern Munich.'' diye. Farkı ikiye çıkarabileceğimizi hiç düşündünüz mü? Fergie'nin o harika takımının mağlup olabileceğini? Dayatılmış şeylere inanarak futbolun güzelliğini kavramaya çalışanlardansınız hepiniz. Yıllarca bizden nefret etmeyi meziyet sayanlardansınız. Azıcık düşünseniz oynamaya çalıştığımız futbolun o meşhur Total Futbol'un ta kendisi olduğunu kavrayabileceksiniz. Effenberg'in, Matthaus'un, Scholl'ün futbolundan zevk almayı öğrenemediğiniz gibi; Hitzfeld gibi büyük da ustaya da dil uzatmaya kalktınız. İşte bu yüzden, ben Mario Basler tüm futbol tarihi önünde sizin gibilerin yüzüne haykırıyorum: ''O GOLÜ BEN ATTIM !!!''

27 Kasım 2009 Cuma

The Curious Case of Serbia


Sırbistan-Karadağ adıyla 2006 Almanya vizesini yalnızca 1 gol yiyerek aldıklarında tüm Avrupa'nın dikkatini çekmiş bir takımdı. Türkiye gündemini ise kalecileri Dragoslav Jevriç ile meşgul etmişlerdi. O yıllarda Ankaraspor forması giyen Jevriç'in elemeler boyunca kalesini gole kapatması basının ilgisini çekmiş, Dünya Kupası eklerinde uzun uzun değinilmişti. Ancak turnuva, ölüm grubuna düşmeleriyle karanlık yüzünü Balkan ülkesine çevirmişti. Hollanda karşısında 1-0lık mağlubiyetle gruba kötü bir başlangıç yapmışlardı. Ardından gelen 6-0lık Arjantin yenilgisi tüm Dünya önünde küçük düşmelerine neden olmuştu. Grubun son maçında 2-0 öne geçmelerine rağmen Fildişi Sahilleri karşısında 3-2 yenilmeleri ise Belgrad'a dönecek gücü dahi kendilerinden almıştı. Euro 2008 elemelerinde Polonya ve Portekiz'in arkasında kalarak Avusturya-İsviçre şansını kaybediyorlar, yeniden bir yapılanma sürecine giriyorlardı. 2010 Güney Afrika elemelerine Faroe Adaları galibiyetiyle başlıyorlar ve gruptaki genel performanslarına, bu iyi başlangıcı yaymayı başarıyorlardı. Deplasmanda aldıkları Litvanya ve Fransa yenilgileri dışında bileği bükülmeyen 'Beyaz Kartallar' Güney Afrika'ya play-off aktarması olmadan Fransa'nın 1 puan önünde gidiyorlardı. Deneyimli hoca Antiç'in, kaptan Stankoviç'in etrafında oluşturduğu karonun 2006'da yaşadıklarını bir kez daha yaşayıp yaşamayacağını zaman gösterecek. Ancak şu bir gerçek ki takım Güney Afrika'da bir şeyler başaramazsa bu jenerasyon için tren kaçacak.